top of page

Almanya Günlükleri-24

  • Yazarın fotoğrafı: Elif Leyal
    Elif Leyal
  • 15 Ağu 2022
  • 3 dakikada okunur

Türkiye’ye dönünce üç gün uyuyacağım gibi gözüküyor.


Bugün iki meşhur müze gezdik. Pazar günleri Münih’te bazı müzeler 1 euro oluyormuş. Biz de gidip indirimsiz olanını seçmişiz. Deutsches Museum. Bilim ve teknoloji müzesiydi, hemen her konuda bir sergi bulmak mümkündü. Benim kişisel favorilerim müzik ve enstruman sergisi. Yan flütün ilk prototipinden bugüne değişimini, flütteki parmak sisteminin nasıl geliştirildiğini öğrendim. Anahtar kelime bu: Öğrenmek. Müzenin temel amacı, zihninizdeki bilgi ağındaki boşlukları doldurmak ve mümkünse geldiğinizden daha meraklı ayrılmanızı sağlamak. Çok geniş bir yaş aralığına hitap ediyordu. Uçak ve roket sergisini ilgiyle gezen dedeler görülmeye değerdi mesela.


Müzenin birkaç sergisinden kısaca bahsedeyim. İlk kat fizik, mühendislik ve robotik bilimlerine ayrılmıştı. Bu bölümde en çok ilgimi çeken köprü mühendisliği oldu. Geçmişten günümüze köprü tasarımındaki ve inşaatındaki değişimler, dünyadaki ilginç köprülerin teknik açıdan incelenmesi ve Almanya’daki köprülerin tanıtılması. Mimar olsam köprü mimarı olmak istermişim. Kendime dair acayip bir keşif. İkinci katta kimya bilimleri vardı. Bu serginin içeriğinden çok biçimi hoşuma gitti. Küçük yaştaki ziyaretçilere hitap eden güzel tasarlanmış anlatımlar vardı. Örneğin bir çamaşır makinesinin içinden deterjanın nasıl lekeleri çözdüğünü moleküler boyutta izleyebiliyordunuz.

En üst katta da sağlık bilimleri sergisi kaldı. İçerik olarak bu sergiyi de yetersiz bulduğumu söylemeliyim. Ancak yine biçimsel olarak çok başarılı buldum. Sergi alanı, bir spor salonu büyüklüğünde bir insan bedeni olarak tasarlanmış. Serginin her bölümü, bedenin hangi kısmında yer aldığına bağlı olarak ilgili sunumlar içeriyor. Örneğin kulağın içine girdiğinizde işitme süreci ve işitsel rahatsızlıklar anlatılıyor. Kalbin içine dolaşım sistemi hakkında özet bilgi, kalp hastalıkları ve önleme yolları ile ilgili görseller yer alıyor. Böyle bir müzenin ziyaretçilerinin çocuklardan oluşmasını beklersiniz. Bu kısmen doğru, ancak müzeyi gezen (hatta elindeki deftere ciddi ciddi notlar alan) yetişkinler vardı. Dedelerden zaten bahsetmiştim.


İkinci durağımız dün girişini bulamadığımız München Rezidenz idi. Gezmesi saatler aldı (çıkmaya karar verdikten yarım saat sonra çıkabildik çünkü oda fazlalığından çıkışa ulaşamadık). Saraya girdiğimiz an, baş döndürücü bir şatafatla karşılaştık. Yüzlerce oda, çeşit çeşit tablolar, şamdanlar, avizeler. Her bir detay ince ince işlenmiş. Şanslıydık, biz içeriyi hayranlıkla gezerken sarayın iç bahçelerinden birinde (5-6 tane avlusu vardı) klasik müzik konseri vardı. Orkestranın sesi tüm sarayı doldurmuştu. Bu da gezimizi tarif edemeyeceğim kadar keyifli hale getirdi. En çok ilgimi çeken şey, kutsal kabul edilen kavramlar için ayrı odalar olmasıydı. Ruh odası vardı örneğin, element odası, din odası vardı. Bu odalar, tavandaki freskler bakımından farklılaşıyordu. Soyut kavramların bir “oda süsü” olarak nasıl mücessem olduğunu görmek, insana yeni düşünme alanları açıyor gerçekten.



Günün devamını Rabia ablaya ayırmıştık. Kendisi LMU’da yüksek lisans yap. Gayet zarif, kibar ve hayat dolu birisi. İngiliz Bahçesi’nde oturduk, sohbet ettik. Biraz Kartal günlerinden bahsetti (zira kendisi benim okulumdan mezun), okulun eski zamanlarını dinlemek hoşuma gitti. Şu an içinde olmak beni yormuş olsa da ileride Kartal’ı özleyeceğimi hissettim. Şimdilik mevzu liseyi sağ salim bitirmek. Rabia abla bize kendi deneysel çalışması olan pancarlı kekten ikram etti. Annemin biz küçükken ıspanaklı keki fıstıklı diyerek bize yedirdiği günler aklımda canlandı. Sebzeli keklere ön yargılı olmamak lazım. Şahsen ben, Rabia ablanın pancarlı kekini gayet başarılı buldum. Her açıdan tadı damağımda kalan bir sohbet oldu.


Akşam Bayern Münih maçı vardı. Biz yine taraftarlarla aynı trene denk geldik. Önyargımın aksine gayet sakin bir yolculuktu. Ne bir tezahürat ne bir kargaşa. Öğrendiğim kadarıyla maçı da kazanmışlar. Bir kişinin saksafonu vardı, Bayern Münih marşını çalıyordu, kalabalık mutlu mutlu eşlik ediyordu. İlgimi çeken şey, küçük kızların bile üzerlerinde formayla maça götürülmüş olmaları. Demek ki çok istememe rağmen küçükken benim maça gitmemin tehlikeli olması, eskiden sandığım gibi futbol konseptiyle alakalı değil; insanla alakalı.

 
 
 

Comments


Yeni Yazılardan Haberdar Olmak İçin:

Thanks for subscribing!

İki Satır Da Siz Bırakın

Yakında Görüşürüz!

Tüm hakları saklıdır İzinsiz kopyalanamaz.

bottom of page