top of page

Almanya Günlükleri-6

  • Yazarın fotoğrafı: Elif Leyal
    Elif Leyal
  • 28 Tem 2022
  • 2 dakikada okunur

Gönlümüzce uyuduk. Zehra raporlu olduğu için staja gitmedi. Hem sakin bir gün geçirmeyi planladığımız için hem de sabah miskinliğimi üstümden atmak için uyanınca koşmaya çıktım. Günlerdir bunu tasarlıyordum aslında, fakat gezmenin yorgunluğu bana yetiyordu. Keyfini çıkara çıkara koştum. Sokaklar bunun için çok elverişli. Kaldırımlar oldukça geniş, ve yol üstünde (park edilmiş arabalar gibi) herhangi bir engel yok. Yalnız bisiklet yoluna geçmemeye dikkat etmek gerekiyor, aksi takdirde bir bisikletin öfkeyle çınlayan zilinin hedefi olabilirsiniz. Yol bilmediğim için nispeten kısa süren bir koşu oldu. Zaten biraz da keşfetmek için koştum diyebilirim.


Döndüğümde uzun bir kahvaltı yaptık. Ardından benim Nationalbibliotek’ten aldığım broşürleri (bkz. gün 5) incelemeye koyulduk. Gezeceğimiz yerleri, katılacağımız etkinlikleri planladık. Elbette henüz Türkiye’deyken yaptığımız bir plan vardı. Fakat seyahat sırasında her şey plana uygun gitmiyor ve iddia ediyorum ki gitmemeli zaten. Bir seyahat dinamik olmalı, yeri ve zamanı geldiğinde güncellenmeli ki turiste maksimum faydayı sağlayabilsin. Zannediyorum ki kendi başına seyahat etmenin en meşakkatli taraflarından biri plan yapmak. Aşırı planlamadan ve topyekün bir plansızlıktan kaçınmak gerekiyor, çünkü her ikisi de seyahatin tadını kaçırıyor. Biz de planımıza yeni yerler ekledik, bütçe ayarlaması yaptık. Plan yapmak bir sanat, bundan emin oldum.


Ardından doktorun Zehra’ya verdiği iğneyi yapma vakti geldi. Kan dolaşımının bileğindeki sıkıntıdan etkilenmemesi için yapılan bir iğne. Sağolsun iğneyi benim yapmama müsaade etti. Beden emanet almanın bir ağırlığı varmış. Bunu ilk defa tecrübe ettim. Örneğin bir cerrah, sürekli bu emanetin ağırlığıyla nasıl yaşıyor? O halde hekim önce psikolojik olarak güçlü olmalı dedim, daha gidecek çok yolum var. Önce internetten iğnenin nasıl yapıldığını öğrendim, ortamı sterilize ettik. (Küçük bir iğne için seyyar ameliyathane!) Bismillah dedim, yaptım. Bence elim gayet hafifti, tabi Zehra’ya sormak lazım…


Öğleden sonra bir Türk ailesinin evine misafir olduk. Bizi çok güzel ağırladılar. İlmin kıymetini bilen insanların meclisinde olmak bana her daim keyif vermiştir. Onların desteğini hissetmek ise kelimelere dökemeyeceğim kadar değerli. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadığım bir ziyaret oldu. Tabi çay içmeyi özlemiş olmamın da bunda payı var. Yalnız çayı değil, Türkiye’yi özlemeye başladım. Çocukluğumdan beri hep camilere yakın ikamet ettiğimden dolayı çan sesi duymayı hala yadırgıyorum. Bugün aklıma geldi, ezanların çok uzun olduğuna dair itirazlar dolanıyordu bir dönem, bilmem hatırlar mısınız. Ne hikmetse senkronize olmayı bir türlü başaramayan çan seslerini dakikalarca dinlemeyi deneyin bir de. Netleştireyim, ikisine de karşı değilim. İbadete davet, elbette insanın en ontolojik duyusuna yönelik olmalı. Benim eleştirdiğim, ezanı hedef alan birtakım iddiaların muadil çağrı biçimleriyle mukayese edilmemesi. Bu da sanıyorum her ikisini (hatta fazlasını) tecrübe etme şansı bulan zihinlere düşen bir görev.


Düşüncelerim bugün dağınık. Yazarken durup “nasıl devam etsem” diye düşünmeye başladığımda yazmayı bitiririm. Bu yazıyı bitiriyorum.

 
 
 

Comments


Yeni Yazılardan Haberdar Olmak İçin:

Thanks for subscribing!

İki Satır Da Siz Bırakın

Yakında Görüşürüz!

Tüm hakları saklıdır İzinsiz kopyalanamaz.

bottom of page