Almanya Günlükleri-9
- Elif Leyal
- 31 Tem 2022
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 21 Şub 2023
Revenge, we cry to you: Revenge

Almanya’nın göbeğinde yükselen Yahudi Müze’sinden bir söz: İntikam, seni çağırıyoruz: İntikam. Gerektirdiği düşünsel çabadan ötürü gezmesi meşakkatli bir müzeydi. Ben bu müzedeki kişisel tecrübemi anlatmak için iki farklı bağlam belirledim, düşüncelerimi de buna göre grupladım. İlk olarak Yahudiler açısından bu müzenin karşılığını düşündüm gezerken. Almanya’nın göbeğinde, Holokost’u Almanların (deyim yerindeyse) yüzüne çarpan bir müze. Üç renkten müteşekkil: Siyah (Holokost/ utanç/ intikam arzusu/ öfke), beyaz (Yahudi milletinin “seçilmişliği”/ vaadedilen cennet/ kurtuluş/ masumiyet) ve altın sarısı (para/ medeniyet/ ilerleme/ layık olma). Biz gezmeye “İntikam Fantezisi” sergisinden başladık. Yer altına kurulmuştu ve tahmin edebileceğiniz gibi müzenin siyah olan sergisiydi. Beni en çok etkileyen (ve yoran) bölümdü. “İntikam” duygusunun Yahudi kimliğinin ayrılmaz bir parçası olduğunu, hatta günümüzde Yahudi kimliğinin bunun üzerine inşa edildiğini idrak ettim. İntikam, bu kültürde Holokost öncesinde de geniş yer kaplamaktaymış. Örneğin, müzede detaylıca aktarılan Lilith anlatısı. Adem’in Havva’dan önceki eşi olan Lilith, anlatıya göre kıskançlık ve intikam duygusu içinde doğum yapan kadınlara ve yeni doğan çocuklara dayanılmaz acılar yaşatırmış. Benim asıl ilgimi çeken ise, Lilith’in bugün Yahudi feminist hareketin de temel dayanak noktası olması. Yani figürün çağrıştırdığı olumsuz duygular, zaman içinde Yahudiler tarafından kucaklanmış ve bu efsane bir öğreti halini almış. Holokost’tan sonra ise, intikam isteği yön ve biçim değiştirmiş.
Bunun en çarpıcı örneği, müzedeki “Nakam” sergisi ve ziyaretçilere dinletilen “Six Million Germans” şarkısı. Yan taraftan dinlemenizi tavsiye ederim. Sözleri ciddi oranda yas ve intikam içerse de şarkı oldukça neşeli, bu zıtlık da şarkıyı başlı başına ürpertici kılıyor.

Müzenin ikinci katı beyazdı. Burada Anne Frank ve ailesinin yaşantısı ziyaretçilere sunulmuştu. Sergilenen her parça, onların “masumiyetlerinin” ve Naziler tarafından nasıl haksızca öldürüldüklerinin altını çiziyordu. Beyaz katta ayrıca “Ask a Rabbi” isimli bir oda vardı. Bir duvara uçtan uca ekran döşenmişti ve bu ekranda 5 Rabbi (Yahudi din görevlisi) oturmaktaydı. Ziyaretçiler, ekranın karşısındaki koltuklara oturup önlerindeki tabletlerden Yahudiliğe dair merak ettiğiniz soruyu seçebiliyorlardı. “Yahudiler nasıl bir Tanrı’ya inanır?”, “Şabat nedir?”, “Koşer nedir?”, “Yahudilik homoseksüelliğe nasıl bakar?”, “Yahudilik diğer dinlere nasıl bakar?” gibi insanın gerçekten merak edebileceği iyi düşünülmüş sorular. Ben “Yahudilikte kadının yeri nedir?” sorusunu seçtim. Yaklaşık on dakika boyunca biri kadın olan beş Rabbi, bana bu konuyu Kitab-ı Mukaddes’ten alıntılarla açıklamaya çalıştılar. Cevaptan tatmin olmasam da yöntemi takdir etmem gerektiğini düşünüyorum. “Açıktan ‘terörist din’ ilan edilen, kadınları baskı altında yaşatmakla suçlanan ve üzerine gericilik yaftası yapıştırılan İslam niçin kendini böyle anlatamıyor?” diye sormaktan kendini alamıyor insan.
Müzenin üçüncü katı altın sarısıydı. Oldukça şatafatlı şekilde döşenen bu kat Rothschild ailesine ayrılmıştı. Yahudilerin elde ettiği zenginlik ve makam, hiçbir alçakgönüllülüğe başvurulmadan, olanca ihtişamıyla ziyaretçilerin önüne serilmişti. Ben bu katı, “lüks”ten ziyade “zafer gösterisi” olarak yorumladım. Bu noktada müzenin tasarımına dikkatinizi çekmek isterim: Zeminde intikam, üstünde yas ve en üstte zafer istenci. Yahudi kimliği bu üç duygunun güdümünde oluşuyor olmalı.

Şimdi bu müzeyi Almanların bakış açısından anlamaya çalışacağım. Almanya’da Holokost’a dair herhangi bir söz söylemenin büyük tepkiyle karşılandığını duymuşsunuzdur. Bu müze, bu tezi çürütüyor. Benimle beraber müzeyi gezen pek çok Alman vardı. Sıddık hocamın deyimiyle “toplumsal hatanın görünür olması”, bir milletin tarihini en çok “arındıran” şeylerden biri zannımca. Çünkü hatayla yüzleşmek, tarihin ak pak olamayacağını kabul etmektir. Bu, toplumu geçmişin rüyasına kapılmaktan kurtarır. Bireysel bağlamda bunun tam tersini savunurum, insanın hatası örtülü kalmalıdır. İslam da böyle söylemez mi? Kulun günahına kulu şahit tutmamak gerekir. Ancak bu anlayışı toplumsal hatalar için geçerli saymak, toplum olarak hatayla yüzleşmemek tarihin işleyişine kafa tutan bir yanılgı. Yalnızca Yahudi Müzesi özelinde değil, Frankfurt’un en işlek, en turistik meydanlarındaki evlerin önünde, kaldırım taşlarında bazı Yahudi isimleri kazınmış. “Bu evde yaşayan …. ….. isimli Yahudi, …. tarihinde evinden alınarak ….. kampına götürülmüş ve orada öldürülmüştür.” Hatayı kabullenmek böyle bir şey.

Ardından Frankfurt Gençlik Müzesi’ni gezdik. Genç diye tanımladıkları 5-15 yaş arasıydı sanırım. Pek ilgimi çekmedi, üzerine konuşmaya lüzum görmüyorum. Oradan Tarih Müzesi’ni gezdik. Şehrin kulelerinden dehlizlerine geçtiğimiz, küçük sayılabilecek bir müzeydi. Orada da en çok eski saat ilgimi çekti. Mekanizması kule boyunca uzanıyordu. Ardından Karikatür Müzesi’ne geçtik. Konuşma balonlarının İngilizce tercümeleri olmadığı için ilk başta çok zorlandım. Kelime kelime çevirmem gerekti. Ama yine de keyif aldığımı söyleyebilirim. Zira sivri dilli bir müzeydi, dünya siyasetini karikatürize etmekten hiç çekinmiyordu. Tabi Alman devlet büyükleri de karikatürlerin hedefindeydi. İçgüdüsel bir şekilde müzenin hala kapatılmamış olduğuna hayret ettim. Sorgulanası bir içgüdü.


Bu kadar müzeyi nasıl gezebildik? Her ayın son cumartesi günü Almanya’da birçok müze ücretsizmiş! Bulunmaz nimet. Yemek yemeğe bile vaktimiz olmadı. Aslında müze gezmeye devam etmek istiyordum ancak sinema biletimiz vardı. Almanya’da seanslar genelde geç saatlerde. Akşam 8-9 gibi saatlerde film gösterimi oluyor. Tek erken seans cumartesi günüydü. Gittiğimiz film “Everthing, Everywhere, All At Once”. Almanca izledik ve beklediğimin (umduğumun) aksine altyazısı yoktu. Anlamak için beynimin %100’ünü seferber ettim. Filmi beğenmedik ama onu kendi kişisel meydan okumam olarak gördüğüm için yeri kıymetli.
Frankfurt'taki günlerimin sonuna yaklaşırken yazmak gittikçe zorlaşıyor sevgili günlük. Sanırım ben hevesle çalışıyorum.
Comments