top of page

Başlangıçların Sonsuz Mutluluğu ya da Almanya Günlükleri-1

  • Yazarın fotoğrafı: Elif Leyal
    Elif Leyal
  • 23 Tem 2022
  • 3 dakikada okunur

22 Temmuz Cuma


Bir maceranın eşiğindeyim efendim. Ne desem, nasıl anlatsam içimdeki kargaşayı. Heyecan ve korku, raks ediyor. Olay ne: İlk kez kendi başına yurt dışına çıkacak olmam. Buz dağının görünen kısmı. Bu seyahat benim için turstçilik oynamaktan fazlası. Bir meydan okuma, dünyaya olmasa da kendime. Büyük bir adım, insanlık için olmasa da benim için.


Sabrediniz efendim, hikayenin başından başlamak gerek.


Her şey Zehra’nın Almanya’da bir kurumdan staj kazanmasıyla başladı. Zehra bu hikaye için olmazsa olmaz bir karakter, fakat onu burada uzun uzun tanıtacak değilim. Dileyenler kısa bir internet taramasıyla Zehra’nın oku oku bitmeyen başarılarına göz atabilir. Bu sırada pek de vasfı olmayan ben, neyin eşiğinde olduğumdan bihaber dönemin son sınavlarını veriyordum. Derken benim için her şeyin en iyisini olduran annem ve ikinci annem Seyda Teyze (ki kendisi Zehra’nın annesi olur) beni de bu plana ekleyiverdi. Biraz ileri sarayım; 9 saat süren pasaport başvurusu (kendime not: kesinlikle ayrı bir yazıyı hak ediyor) ve bir ömür süren görüşmeler sonucunda (Aslı Teyze’den Allah razı olsun) neredeyse mucizevi bir şekilde bugün Türkiye Sabiha Gökçen Havalimanı'ndan 14.20 uçağına bindim.


Devam etmeden önce biraz bu yazı hakkında konuşmam lazım. Ne yazıyorum? Adı üstünde Almanya’da geçireceğim bir aylık sürede başımdan geçecek olayları kaydedeceğim günlük yazıları yazmaya karar verdim. Neden yazıyorum? birkaç sebebi var. İlki, ileride kendime teşekkür etmek için. “Carpe diem” felsefesinin noksanlıklarını kendi içimde hararetle eleştirdiğim bir dönem oldu, bu felsefeyi şöyle modifiye ettim: carpe diem ac recordum- anı yaşa ve kayıt altına al. Anı kaybetmekten korkmuyorum. Bir tecrübenin bende yaptığı tesiri kaybetmekten korkuyorum. Ayırca Evliya Çelebi’yle ilk karşılaşmamdan beri (ortaokulun ilk yıllarına tekabül ediyor) bir seyahatname yazma hayalim vardı. Dolayısıyla bu yazı dizisi gayet bencilce sebeplerle kaleme alınıyor derseniz, itiraz edemem. İkinci sebebi ise içimde ta derinlerde hissettiğim minnet borcu. İnsan kendine yapılan iyiliği unutmaz elbet, ancak teşekkürü eyleme dökülmedikçe minnetin zihinde mıh gibi çakılı kalmasının ne anlamı ver? Bu yazılarımda, karşıma çıkan ya da çıkmasa da uzaktan bana iyiliği dokunan insanlardan bahsedeceğim bol bol. İyiliğin reklamını yapacağım yani, sıkılacak olanlar bu satırları terk etsin efendim. Son olarak da nasibinde seyahat olan benim yaşımdaki gençlere bir nebze cesaret aşılamak istiyorum. Yazılarım farklı yaşam şartları dolayısıyla yol gösterici olmaktan çok uzak olabilir (ki dikkat ederseniz böyle bir iddiam da yok), daha ziyade yapmak istediğim olanca tecrübesizliğimle, hatalarımla bu geziyi aktarmak. “Bu bile yaptıysa ben de yaparım” fikrinin zihninizde yanıp sönmesi bile, zannımca, iyi bir başlangıçtır.


Uçak, biz uçağın içindeyken iki saat rötar yaptı. Yolcular ayaklandı ve ben olaylarla hiç alakam olmamasına rağmen bir kadının tribine ve azarlamasına maruz kaldım. Gerçekten işini iyi yapan bir hostesimiz olmasaydı çok daha zor geçerdi bu yol. Yine de birkaç ufak tefek pürüz haricinde güzel bir yolculuktu. Zaten hedefe ulaştıran her yolculuk bir noktada güzel değil midir? En gerildiğim anı pasaport kontrolünden geçerken yaşadım. İnen yolcular arasında en uzun süren işlem benimkiydi gibi geldi. Dakikalarca görevliyi ülkeye girmeye layık biri olduğuma ikna etmeye çalıştım, bir an geldi, neredeyse “haklısınız, ben buraya layık değilim!” diyip geri dönecektim. Geliş sebebinin yanında nerede ne kadar kiminle kalacağımı sordu, bri bir cevap verdim. Yanında kalacağımı söylediğim kişiyi aradı “gerçekten sizinle mi kalacak?” diye sordu (sanırım yani, çok hızlı Almanca’yı hala anlayamıyorum.) Yanımda ne kadar para olduğunu göstermemi istedi. Zihnimde tehlike çanları çalarken el çabukluğuyla cüzdanımı gösterdim, hemencecik çantamın derinliklerine yolladım. İkna oldu, geçmeme izin verdi…


Bizi Frankfurt havalimanında -bakın burayı iyi dinleyin, önemli- Zeynep Hanım karşıladı. Bu zat, gök mavisi başörtüsünün ardına Hızır’ı gizlemiştir. Rötarla birlikte yaklaşık 7 saatlik açlık ve yorgunluğun ardından bizi doyurmuş ve en güzel şekilde ağırlamıştır. Ellerimize yiyecek dolu poşetler, cebimize birer Alman hattı ve hayatımızı kurtaracak iki tren bileti koyuveren Zeynep Abla, cennetten köşk mü kazanmıştır ne? Bunu elbet bir gün öğreneceğiz, o zamana kadar da dualarımızla o köşkü inşa edeceğiz inşallah. Allah’ım, bir köşk de “talebe kızlarımızdan bu seferlik para almayalım” diyen dönerci amcaya. Bu dualarımdan Almanya gezimin bütçesinin pek de yüksek olmadığını tahmin ediyorsunuzdur efendim. Her şeyi 17 ile çarpmaktan matematik melekelerim keskinleşti. Bunun haricinde henüz Almanya’yı teneffüs ettim diyemem. Frankfurt’ta bugün okullar kapanmış, eyalet tatile girmiş. Yarın şehre indiğimizde tatili karşılayan Frankfurt halkının arasına karışacağız.


Birinci gece. Ben boş bir binada neredeyse tek başıma gözlerimi açık tutmaya zorlayarak bu satırları yazıyorum. Ne hissediyorum? Tedirginim- kapı iki defa kitli ama yeter mi? Kararsızlık- şehir merkezine trenle mi, otobüsle mi gitmek daha mantıklı olur? Özlem-dur daha yeni geldin, bu neyin özlemi? Ve tüm bunlara baskın gelen heyecan. Adım adım bir kültürü keşfetmek, ihtimaller. Heyecanlı değil mi efendim?


Seyahat ya Rasulallah!

Bismillah.

 
 
 

Comentarios


Yeni Yazılardan Haberdar Olmak İçin:

Thanks for subscribing!

İki Satır Da Siz Bırakın

Yakında Görüşürüz!

Tüm hakları saklıdır İzinsiz kopyalanamaz.

bottom of page