Göz Kamaştıran Yok Oluşumdur
- Elif Leyal
- 28 Oca 2022
- 3 dakikada okunur
Bugün tamamen büyümüş olmam gerekiyor. Çünkü bugün yaşayacaklarım ne maval ne martaval. Yalnız işitilmedik bir masal. Evvel zaman içine gark olmaya, kalbur saman içinde kaybolmaya niyet ederek başladı yolculuğum. Bu andan itibaren geri dönüş yoktur. Bu yola çıkanın geri dönesi de yoktur zaten. Cirit oynayan cinlere selam verip ayrıldım şehirden. Ben diyeyim şu ağaçtan, siz deyin şu yamaçtan bırakıverdim kendimi. Belirsiz bir süre rüzgârda savruldum. Nihayetinde süzüle süzüle bir gemiye kondum. Güverteye ayaklarım değer değmez kabardı dalgalar ve köpürdü deniz. Denizköpüklerinin içinde bilumum esrar, binbir giz. Gözümün gördüğünden hayretzede olup çıkmışken bir sirenlerin şarkısı kulağımdan içeri girmesin mi! Vay başıma, hay başıma… Böyle imtihan düşman başına. Sıkı sıkı tutundum hakikat ipine- bu masalın içindeki en büyülü gerçeğe. Bereket versin o sırada cengâver bir dalga peyda oldu. Gemiyi kaptığı gibi dünyanın bir ucuna götürdü. Ben diyeyim Çin, siz deyin Maçin. Sırrına varılmaz bir ülke, asri akıl için. Kapısında Deli Dumrul, girenden beş para alır girmeyenden on. Elimi cebime attım ki ne göreyim: ben havada süzülürken rüzgâr tek nefeste uçurmuş paralarımı. Bana kalan yalnız bir avuç cesaret, o da kullanabilene kısmet. Ne yapıp etmeli, bu ülkeye girmeli. Derken aklıma bir fikir geldi. Koştum, rüzgâra anlattım: “Paralarımı saçtığın için bana bu iyiliği yapmalısın” İstemeye istemeye razı oldu. Cebimden bir avuç cesaret saçtım havaya. Cesareti yanlış yerde aramaya dünden razı olan Deli Dumrul’un gözlerini perdeledi Rüzgâr da. İçeri sıvışıverdim. Kendimi nerede bulsam beğenirsiniz? Bir labirentin tıp tıp atan kalbinde! Her köşenin ardında kanlı canlı sorular, üstüme atlamak için fırsat kolluyorlar. Saklana saklana ilerlediysem de üstüme çullandı sorular, engel olmak ne mümkün… Bir saldırı, ardından bir saldırı daha. Düşüncelerimi işte böyle kaybettim. Derken sorular beni bıraktı, zira düşüncesiz biriyle oynamaktan sıkılmışlardı. Labirentin girdap kollarında yürürken adımı unuttum aniden. Zihnimde bana ait ne kaldı merak ettim. Düşüncelerimin ve adımın bana ait olduğundan ne kadar eminmişim! Lakin bu labirent bitecek gibi, tükenecek gibi değilmiş. Ya bir devlet kuşu konsa başıma, ya da alsa beni kanadına kaşına… -Bu, eşref saatini yakalayan bir garip masal kahramanının duasıydı- Adıyla sanıyla, yeşiliyle alıyla Zümrüd-ü Anka dedikleri değil mi? Kaf Dağı’nın ardından süzüm süzüm süzülüyor. Öyle ki, rüzgâr bile yanına ilişmiyor. Bakın be yahu, yüzü insan gözleri ahu. Uçtu, uçtu… Tam önüme kondu. Çevik bir hamleyle biniverdim sırtına. Ben yerleşince ipek kanatlarını açtı, bulutlar edeple saklandı. Nazlı nazlı uçmaya başladı. Ben diyeyim bir yıl, siz deyin on yıl. Bu sürede yalnız bir an, başım göğe erdi Anka’nın sırtında. Bu noktadan başlayarak dünyayla bedenim arasındaki incecik sınıra dalga dalga bir helecan yayıldı. Sınır esnedi, yumuşadı, en nihayetinde iyice bulanıklaştı. Çok değil, bir an sonra, gökyüzü ilişkisini aniden kesti başımla. Başıma küsmüş müydü gökyüzü yoksa? Derken gökyüzünün istemediğini Anka da istemedi, bir silkmeyle sırtından atıverdi beni. Bu sefer ne savruldum ne süzüldüm- bunlar bedeni olanlara mahsustu. Haddinden iri bir yağmur damlası gibi olanca süratimle düştüm toprağa. Öylece kalakaldım, olan mevcudiyet sınırıma oldu. Cezasına razı bir Âdem misali, yeryüzünde dolandım durdum dört köşeyi. Vay ne köşe bu köşe, dil dolanmadan ağız varmadı bu işe. “Şu köşe yaz köşesi, şu köşe kış köşesi, şu köşe güz köşesi…” diye iki tekerleyip üç yuvarlamaya başladım. Önce şeyleri, tüm ecrâmıyla, ahyâsıyla; sonra evreni tüm gezegenleriyle, yıldızlarıyla bir kartopu misali yuvarladıkça yuvarladım. Ben yuvarladıkça kartopu küçüldü, küçüldü. Bir iğne deliğinden sığar oldu. Önce kartopunu geçirdim delikten. Diğer taraftan çıkmadı. Yapacak bir şey kalmayınca ben geçtim delikten. Bu masaldan geriye hiçlikte süzülen bir iğne kaldı.
Gökten düştü üç elma. Biri okuyanlara, biri dinleyenlere, biri de masallarda yok olanlara…
Comments