Kağıdın Muhsin Efendi'ye Tahkiye Ettiğidir
- Elif Leyal
- 2 May 2022
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 30 Tem 2022
Bu hikaye Pay Dergi'nin 2. sayısında yayınlanmıştır.
Yolda yürürken ayağı bir hikayeye takıldı.
Kendisine soracak olsanız yaşadığı vaka-i adiyedendi. Başından geçenleri abarta abarta eşe dosta anlatmayı sevmez, anlatsa da bir iki cümle sıralayıverirdi. Eşyaya hayreti de yoktu Muhsin Efendi’nin. Namerde muhtaç olmayacak kadar servete sahipti. Her sabah dükkanına giderken yaşına rağmen dimdik yürür, çevik ama aceleci olmayan adımlarla mahalleyi boydan boya geçerdi. “O yürürken rahmet yağar” denecek has adamlardandı.
Fakat o sabah olanca vakarıyla yürüyemedi Muhsin Efendi. Nereden geldiği meçhul buruşuk bir kağıt parçası ayağına dolanmıştı. İlkin fark etmedi. Aklında binbir mesele dönüp duruyorudu. Ticaret yapmanın iyice zorlaştığı zamanlardı. Hele dürüst ticaret, kimilerine göre bu devirde akıl karı değildi. Böyle aldığı sattığına uymadığı zamanlarda Muhsin Efendi, peygamberin de ticaret yaptığını hatırına getirirdi. Ekmek götüreceği bir evi olmasa hiç tasalanmazdı ya. Mevla’nın karnını doyuracağına itimadı tamdı. O sabah da dükkana varınca evvela dün gelen malları düzenleyecekti, sonra sattıklarını hesaptan düşecek… Bu kağıt nereden bulmuştu kendisini sabah sabah? Ne devlet işlerinde kullanılan kağıtlar kadar parlak ne esnafın hesap defterinin sayfası kadar küçüktü. Gazete kağıdı hiç değildi. Dertop olmuştu. Ayağının ucuyla kağıdı şöyle bir iteledi. Yürümeye devam etti.
Sokağın iki tarafındaki dükkanlar henüz kapalıydı. Çarşıda Muhsin Efendi’den başka kimse fecr-i kazib vakti açmazdı dükkanı. Yıllardan beri her sabah önce dükkanı açar, hızlıca yapılacak işleri hallederdi. Esnaf birer ikişer çarşıya doluşmaya başlayınca kapının önüne çıkıp karısının hazırladıklarını yer, geleni geçeni de sofraya buyur ederdi. Çaya hassaten düşkündü. Çarşının çaycısından bile iyi çay demlerdi dükkanın arkasında. Mal almaya değil, çayını içmeye gelen müşterileri candan severdi. Gözünün önünde kaynayan semaver hayaliyle adımlarını hızlandırdı. Neredeyse dengesini yitirecekti Muhsin Efendi! Az önce kovduğu kağıdın üstüne basmıştı. Kağıt ayaklarının dibinde yılan gibi kıvrılıyor, gittikçe daha çok buruşuyordu. Dilinin ucuna kadar gelen sözleri tuttu, olanca gücüyle kağıda bir tekme savurdu. Fakat günahsız bir kağıda hiddetlenmeyi kendine yediremedi, “ya Sabır!” çekerek yoluna devam etti.
Evden çıkarken aklında olan meseleler uçup gitmişti. Günlük işlerini düşünmeye çalıştı, fakat kağıt ayağına yapışıp kaldığı gibi zihnine de girivermişti sanki! Arkasını dönmeden göz ucuyla kağıdı tekmelediği yere baktı. Ne görse beğenirsiniz? Rüzgar kağıdı önüne katmış, Muhsin Efendi’nin peşi sıra kovalıyordu. İyice canı sıkıldı, koşar adım gitmeye başladı. O hızlandıkça kağıt da hızlanıyor, bıyığı yeni terlemiş gençlere özgü bir hırsla Muhsin Efendi’ye yetişmeye çalışıyordu. Bu işin böyle gitmeyeceğini anlayan Muhsin Efendi, ani bir kararla sokağın ortasında zınk diye duruverdi. Kağıt yuvarlana yuvarlana geldi, Muhsin Efendi’nin ayağına çarptı. Adeta savaş meydanındaki iki düşman gibi birbirlerini süzüyorlardı. “Pek arsız çıktın,” diye mırıldandı Muhsin Efendi. Eğilip bükülmeden kağıda daha dikkatli baktı. Güneşe tutsan arkası görünecek kadar ince bir saman kağıdıydı.
Kağıdın bir şaire ait olduğu düşündü. Zira o da, ömründe tek bir dize yazmamış bir şairdi ve yazacak olsa pekâlâ böyle bir kağıda şiir yazabilirdi. Ancak kendinde şairlik hasletleri gördüğünden mi bilinmez, şairleri göğsü ileride, kabarık, başı yukarı kalkık hakikatli adamlar sayardı. Sözün taşıyıcısı olan bir kağıdı buruşturup öylece sokağa atmayı bir şaire yakıştıramadı. Döne döne yanından ilerleyen sarı yuvarlağa baktı. O güne dek Allah’tan başkasına boyun eğmemiş, el etek öpmemişti. Belki de eğilip kağıdı almasına engel olan da buydu. Arsız bir kağıt topunun kendini dize getirmesine de izin vermeyecekti elbet.
“Olsa olsa bir hikayecidir,” dedi en sonunda. Halkın saydığı, meclislerinde de okuduğu hikayecileri, Batı’dan ödünç kalemlerle yazdıkları gerekçesiyle sevmezdi Muhsin Efendi. Böyle yazılmış hikayeler ağzında suni bir tat bırakır, buram buram dalavere koktukları için burnunun direğini sızlatırlardı. -Üstüne alınma, dedi Muhsin Efendi.- Neyse ki az meşhur hikayecileri bundan müstesna tutuyordu. Onların yazdığı hikayeler alkış sesleriyle kirlenmemiş olurdu, henüz. “Bu kağıdın hikayesini işin erbabına teslim etmeli,” dedi. Yaşamla ölüm arasında dipdiri bir meyyit olan bu kağıdın ancak böyle huzur bulacağına kanaat getirmişti. Ayaklarının dibine bir bakış attı. Kağıt görünürlerde yoktu.
…
Öğle namazının ardından dağılmakta olan cemaat, Muhsin Efendi’nin bir Gayrimüslime ait dükkanın önüne kuruluverdiğini gördüler. Kendini emniyete almak ister gibi sırtını cami duvarına vermişti. Bir koşu gidip sabahtan kalan çaydan iki bardak getirdim. Yanına iliştim.
- Vre Efendi, seni hangi rüzgar attı buraya?
Olanca yalınlığıyla, süslemeden değiştirmeden bana bu hikayeyi anlattı.
Heyecanla sordum:
- Yoksa alıp bakmadın mı? Ne yazıyordu kağıtta?
- Bakmadım. Onu da sen tahkiye ediver. Hem bir daha önüme böyle kötü çay koyacaksan hikayenin bu kadarını da getirmem sana bilesin.
Ağır ağır yerinden kalktı. Dimdik başı uzunca bir süre arasında kalabalıkta seçiliyordu, nihayetinde çarşının içinde yitip gitti. Onu gözden kaybedince ben de kalktım. Dükkandaki desteden sarı bir kağıt çekip Muhsin Efendi’den boşalan yere oturdum. Usul usul yazmaya koyuldum.
“Yolda yürürken ayağı bir hikayeye takıldı.”
Comments