top of page

Nocturnal Journal- 10

  • Yazarın fotoğrafı: Elif Leyal
    Elif Leyal
  • 11 Ara 2023
  • 5 dakikada okunur

Bu hafta serinin 10. yazısını yayınlayacağım için (70 gün olmuş!) maceralarımdan bahsetmeye ufak bir ara verip sıkça karşılaştığım bazı soruları cevaplayacağım. Daha önce maille gelen sorulardan ve çevremde yazılarımı okuduğunu bildiğim kişlerden rica ederek bir seçki oluşturdum.


Nocturnal Journal ne demek?

Nocturnal, Latince “geceye ait” demek. Journal ise kişisel haberlerin ve olayların günlük kaydı. Ya da benim kullanmayı sevdiğim anlamıyla seyir defteri. Nocturnal kelimesinin bir diğer anlamı da “geceleyin harekete geçen”. Yani Nocturnal Journal, şu iki anlamı birlikte barındırıyor: Geceye ait günlük - Geceleri harekete geçen bir zihnin seyir defteri.

Leyalî de Arapça “gecelere ait” anlamına geliyor. Bu yazılar için ilk düşündüğüm isim “Leyalî Sahifeler” idi. Pek de titiz olmayan bir değerlendirme süreci sonunda -ikisini alt alta yazıp sesli okumayı içeriyordu- Nocturnal Journal kazandı.


Bu tercih ettiğim isimler konusunda, hatırladıkça beni gülümseten bir yorum almıştım: “Annen baban bir isim koymuş, etinden sütünden faydalanıyorsun!”

Caizdir.


Bunu yapmak nereden aklına geldi? Ya da, bunu neden yapıyorsun?

Kendimi bilmemle kendimi kaydetmeye başlamam hemen hemen aynı zamanlara tekabül ediyor. İlkokuldayken önlüğümün cebinde avuç içi kadar defterler taşıdığımı hatırlıyorum. İlk hikayemi de yine böyle minicik bir deftere yazmıştım. Bir tanesi bu yaz taşınırken elime geldi, oyun oynarken söylediğimiz bazı tekerlemeleri not almışım. Başında da kargacık burgacık bir yazıyla şöyle yazıyor: bunları ezberle!!!!


Pandemi döneminden sonra defterlerimin kontrolünü kaybettim. Hemen her konu için ayrı bir defter tutmaya başlamıştım. Başarı üzerine bir defter, arkadaşlık ilişkilerim üzerine kafa yorduğum bir defter, siyasi görüşümü oluşturduğum bir defter… Notion’a kaydettiğim dijital defterlerim vardı. Bunlardan ayrı bir de günlük tutuyordum. Sanki defterlerim olmasa düşünemeyecektim.

Hayatımın bir noktasında defterlerime dair duyduğum güven kırıldı. Tahmin ettiğimden de uzun süre yazmaya geri dönemedim. Birkaç ufak hikaye ve rastgele kağıtlara karalanmış dağınık notlar haricinde pek yazmadım. Bu durum kişisel tarihimdeki karanlık bir dönemini daha da kararttı. Anladım ki yazmam lazım. Beni yeniden rutine sokacak bir yazı pratiğine ihtiyacım vardı. Bunu, her hafta hayatıma dair ufak notları yayınladığım bir seri olarak yapmaya karar verdim. Hem bir ihtiyacı giderecek hem de yapıp ettiklerimi kayıt altına alarak kişisel bir arşiv kurmuş olacaktım. 10. haftada rahatlıkla söyleyebilirim ki bundan fazlası oldu.


Aslında haftalık blog yazısı paylaşmak tahmin ettiğimizden daha yaygın. Türkiye’de bunu yapan (benim bildiğim) çok az kişi olsa da özellikle yabancı yazarlar arasında bu çok tercih edilen bir kitle oluşturma yöntemi. Benim halihazırda -bilimsel yayınlar hariç- haftalık okuduğum dört farklı “weekly newsletter” var. Sık sık yazarlarına dönüş yapıyorum, o haftanın konusu üzerine fikirlerimi gönderiyorum. Dünyanın bir ucunda yaşayan bir yazarla (o hafta şanslıysam ve mailimi görüp bir de cevap verirse- ki bu aslında beklediğimden daha sık oluyor) fikir alışverişinde bulunmuş oluyorum.


Nasıl yazıyorsun? Ne hakkında yazacağına nasıl karar veriyorsun?

Sürekli elimin altında olan küçük kırmızı bir defterim var. Pazar akşamı oturup haftanın başından beri aldığım notları önce temize çekiyorum, sonra üzerine konuşmaya değer olanları belirliyorum ve yazmaya başlıyorum. Tüm bu süreç ortalama 2-3 saatimi alıyor.

Bu yazları yayınlamaya başladığımdan beri daha titiz kayıt tutuyorum. Montaigne’nin tarifini kendime uyarlıyorum: Sanki bir Elif Leyal hayatını olduğu gibi yaşamaya devam ediyor. Başka bir Elif Leyal elinde not defteriyle arkadan tin tin takip ediyor.

Bu yazıları yazarken görünenin aksine dış kaynaklardan oldukça az yararlanıyorum. Kullandığım esas malzeme kendimim. Yaptıklarımı anlatmam, okuduğum/izlediğim şeylerden bahsetmem kendi içimdeki yapıyı biraz daha çözümleme biçimimden başka bir şey değil. Bu, entelektüel enerjiyi araçsallaştırmak mıdır? Bilemiyorum.


ARTIK HİKAYE YAZMIYOR MUSUN?

Muhtemelen en çok aldığım soru bu. El-cevap: Yazıyorum. Hatta son birkaç ayda şimdiye kadar toplamda yazdığımdan daha çok hikaye yazdım muhtemelen. Hemen her gün yeni bir hikaye yazıyorum ya da önceki günün hikayesinin üzerinde çalışıyorum. Edebi gücüne güvendiğim birine (bir romancıya!) okutup fikrini alıyorum. Sağ olsun her gün bana zaman ayırıyor, hikayelerimle uğraşıyor.

Yazıyorum, fakat paylaşmıyorum. Hikayelerim için başka planlarım var.


Nasıl tepkiler alıyorsun?

Her türlü tepki alıyorum. Nocturnal Journal’ın seveni de çok sevmeyeni de. Bazı insanlar bu yazıları okumayı haftalık rutininin bir parçası haline getirmiş. Bazıları üşenmeyip “benim haftam da böyle geçti” diye uzun uzun anlattıkları mailler gönderiyorlar. Bunları okumaktan çok hoşlanıyorum. Ya da bazen “şu kitabı okumuşsun o zaman bunu da beğenirsin,” gibi öneri mailleri alıyorum. Hatta sırf bu tarz kitap/film önerilerini kaydettiğim bir liste tutmaya başladım, gittikçe uzadığını görmek de çok keyif veriyor.

Sevmeyenler ise çoğunlukla yazdıklarımı değil yazmadıklarımı eleştiriyorlar. “Neden bundan bahsetmedin?”, “Şu olay hakkında iki cümle yazmamışsın,” gibi sitemler alıyorum. Açıkçası gündemi takip etmekte pek başarılı olmadığımı itiraf etmem gerek. Simply because, zerre ilgimi çekmiyor. Ama elbette bazı olaylardan ister istemez haberdar oluyorum. Hakkında yazmadıysam ya henüz o konuda fikirlerim olgunlaşmamıştır ya da muhtemeldir ki yazmaya değer bulmamışımdır. Kaldı ki zamanın yüzde doksanında blogumdan halka seslenmek gibi bir hedef taşımıyorum. Sipariş yazı da yazmıyorum.


Üslubunu nasıl oluşturdun?

İlk defa bu soruyla karşılaştığımda şaşırmıştım çünkü üzerine daha önce hiç düşünmemiştim. Sanırım yalnızca okumak istediğim gibi yazıyorum. Aslında Nocturnal Journal’da en çok övülen ve yerilen şey üslubum. Sık aldığım eleştirilerden biri duygularıma ve düşüncelerime çok fazla yer verdiğimi söylüyor, ki doğrudur. Bununla beraber yazdıklarım, içimdekilerin küçük sefil bir parçası. Bazen kendimden de, en az başkalarından olduğum kadar farklı oluyorum.

Bununla beraber dikkat ettiğim birkaç nokta var. Mesela çok az düzeltme yapıyorum: Çoğunlukla yazım hataları ve bozuk cümle yapıları hariç hiçbir şeyi değiştirmiyorum. İçime sinmeyen paragrafları yazıdan çıkarmayarak size ve kendime “mükemmellik iddiası” taşımadığımı hatırlatmış oluyorum. İkinci olarak gayet sıradan olaylar hakkında da yazmaya çalışıyorum. Tesadüfen karşılaştığım, bir süre dikkatle bakmama sebep olan günlük denk gelişler hakkında. Muhtemelen IB’nin sebep olduğu, “her şeyi entelektüel faliyete çevirme” refleksinden kurtulmaya çalışıyorum. Sırf keyif aldığım için yaptığım şeyler, canım öyle istediği için yazdığım cümleler olsun istiyorum.


Bu kadar şeyi nasıl bir hafta içinde yapıyorsun?

Gencim, enerjim var, işim gücüm yok. Daha da önemlisi buna öncelik veriyorum.

Aslında hepimiz “bu kadar şeyi” şöyle ya da böyle yapıyoruz. Sadece arka arkaya yazınca çok görünüyor. İnsanlar bazen benim için çok endişeleniyorlar, kendimi gereksiz yoruyormuşum. Tıp derslerime çalışabiliyor muymuşum… (Önceki kuruldan mükemmele yakın bir notla geçtim, maşallah deyiniz.) Yaptığım şeylerin hiç biri vazgeçilmez değil, tüm planlarımı iptal edip o saatte yatıp uyumuşluğum da vâkidir.

Bu tempoyu bir yaşam standardım haline getirmeye çalışıyorum. İnsan büyüdükçe yoruluyor ve uyuşukluğa alışmak için daha çok bahanesi oluyor. Hele tıpçılar sosyal-entelektüel uyuşukluğu neredeyse kendilerine hak görüyorlar. En azından 1. sınıfta bunu kabul edemiyorum.


Katıldığın etkinliklerden nasıl haberdar oluyorsun?

Sosyal medya kullanmadığım açıkçası haberdar olmam biraz daha zorlaşıyor, yine de kendime işleyen bir sistem kurmayı başardım. Kültür-sanat neşriyatlarını takip etmeye çalışıyorum, özellikle önümüzdeki birkaç ayın büyük etkinliklerini duyuran sanat dergilerini hiç kaçırmıyorum. TRT2'nin Hayat Sanat programı da bu konuda çok başarılı. Gözüme kestirdiğim etkinlikleri takvimime işaretliyorum. Daha butik, küçük çaplı etkinlikler içinse mail aboneliklerini kullanıyorum. Neredeyse tüm sanat galerilerinin, müzelerin, sergilerin vb websitelerinde mail aboneliği var. Bu tür işleri yönetmek için ayrı bir mail adresi kullanıyorum. Son olarak çok sevdiğim sanatçıların bir listesini tutuyorum, belli aralıklarla (ayda bir, haftada bir vs. sanatçının ne kadar üretken olduğuna bağlı) o listedeki isimleri internette aratıyorum ve yakınlarda bir yayın yapmış mı, söyleşisi vs. var mı diye kontrol ediyorum. Daha akademik konularda, sempozyum- konferans- seminer gibi etkinliklerden haberdar olmak için farklı üniversitelerin duyuru gruplarını (bazen kaçak olarak) takip ediyorum. Anlatması yapmasından daha yorucu.


Ne okuyacağını nasıl seçiyorsun? En sevdiğin kitap/yazar hangisi?

Son dönemlerde bir okuma açlığı çekiyorum. Son katıldığım kitap fuarlarında gördüm ki kitaplarla arama bir uçurum girmiş, bihaber olduğum yeni yazarlar yeni kitaplar yazmışlar. Elime geçen her şeyi okuyorum diyebilirim ama bu her kitabın her şeyini okuyorum demek değil. Bu konuda seçici geçirgen davranıyorum. Nasıl ki hücre zarı her çeşit besinden (sakkarit, amino asit, iyon vs.) hücrenin ihtiyacı kadarını alıyorsa ben de her çeşit kitabı, fakat lazım olan kadarını okumaya çalışıyorum. Sıkılıp attığım çok kitap var, yurttaki habitatım yarım kalmış kitaplarla çevrili.

En sevdiğim yazar/kitap gibi soruları, bünyesinde zorunlu bir haksızlığı barındırdığı için pek sevmem. Ama bu haksızlığı göze alarak bir cevap verirsem Türk edebiyatından Şule Gürbüz’ün, yabancı edebiyattan Olga Tokarzcuk’un tarzını kendime yakın buluyorum.


Kedilerin olayı ne?

Bir olayı yok, dikkatimi çekiyorlar. Ben de fotoğraflarını çekiyorum.


Hırka-i Şerif Camii'nin her daim öfkeli kedisi

Toparlamam gerekirse, internetin bana ait bu köşesinde çoğu şey “ben yaptım oldu” prensibiyle işliyor. Alışkanlığın köreltmediği biçimlerde üretim yapmak istiyorum. Önümüzdeki haftalarda jurnal tutmanın farklı yollarıyla biraz oynamak istiyorum. Bakalım neler çıkacak.


Uykum geldiği için cevaplamadığım soruları sonraki sefere bırakıyorum. Eh, buradaki bazı soruları cevaplarken “soruyu cevaplamak” haricinde her şeyi yaptığımı kabul ediyorum. Ama elbette bu da cevabın bir çeşididir.


Artık bu satırların hikayesini biliyorsunuz. Ben de ekranın diğer tarafını bilmek istiyorum. Birkaç dakikalık ufak bir anket hazırladım. İster isminizi girerek ister anonim bir şekilde doldurabilirsiniz. Ben hazırlarken çok eğlendim, bence siz de cevaplarken eğleneceksiniz.


DipNot: Telefon numaramı değiştirdim, lütfen geribildirimlerinizi yalnızca mail üzerinden benimle paylaşın.


Haftaya görüşürüz.

 
 
 

Comments


Yeni Yazılardan Haberdar Olmak İçin:

Thanks for subscribing!

İki Satır Da Siz Bırakın

Yakında Görüşürüz!

Tüm hakları saklıdır İzinsiz kopyalanamaz.

bottom of page