Nocturnal Journal-11
- Elif Leyal
- 19 Ara 2023
- 3 dakikada okunur
Kurul sınavım için şafak sayıyorum. Yarım okunmuş slaytlar, fi tarihine uzanan çıkmışlar ve üst üste yığılmış notlar arasında çırpınıyorum. Bu hafta yazmak her zamankinden zor oldu ama here we go.
Bu hafta Boğaziçi Film Festivali’nde ilgimi çeken birkaç gösterime katıldım. Favorim “R21 aka Restoring Solidarity” isimli belgesel filmi oldu. Japon arşivlerinden çıkarılan Filistin kayıtlarının bir derlemesi olan belgesel, kitaplardan okuduğumuz tarihi çok ilginç bir biçimde yeniden kurgulamış. Japon halkıyla Filistin halkının kaderindeki paralelliği açıkça gösteriyor. Belgesel, 1 saat gibi kısa sürede Uzak Doğu’nun gözleriyle Orta Doğu’ya bakmamıza imkan veriyor. Kullanılan klipler o kadar profesyonel kaydedilmiş ve korunmuş ki insan onların 40-50 yıl öncesine ait olduğuna şaşırıyor. Üstelik bürokratik sebeplerle kaydedilen filmlerin yanı sıra orada yaşayan Japonların bireysel çabalarıyla tuttukları kayıtlar (bazı yazılı belgeler, video ve ses kayıtları) da belgesele dahil edilmişti. Böylece izlediğimiz filmin bir resmi tarih anlatısından fazlası olduğunu hissediyorduk. Japonlardan tanıklık etme konusunda ne öğrenebiliriz? Biz bugün neyi nasıl kaydediyoruz ve nasıl arşivliyoruz? Arşiv çalışması yapmak bir soykırımı ekrandan öylece izlememizi meşru kılmayacak ama belki iflah olmaz unutkanlığımıza bir çare olur. (Belgeselin bir yerinde yıllardır Filistin’de yaşayan bir Japon teyze Filistinlilerin fazla unutkan olduğundan dem vuruyordu. Tanıdık.) Hepimizin kendine ait bir Filistin arşivi olmalı ki yarın şu meşhur “Why are you still talking about Israel? Are you some kind of an anti-semite?” (Neden hala israil hakkında konuşuyorsun, yoksa anti-semitist misin?) sorusuna verecek öfkeli kelimelerin ötesinde bir cevabımız olsun.

Sanırım başka gözlere açtığım tek yazım bu jurnaller olduğu için fazla esnek bir üslup yerleşti kalemime. IB’nin kafama vura vura öğrettiği bazı yazma becerilerini kaybediyor olabilirim. Bu düşünce bir süredir zihnimin arkasındaydı. Bu hafta bir tıp dergisinin yazarlar buluşmasına gittim. Sitemdeki yazıları seviyorum ama yeniden daha derli toplu yazılar yazmak istiyorum. Bir derginin yazı ekibinde olmak muhtemelen bana gerekli denetimi sağlayacaktır. Bir de, yazan tıpçıların arasında olmak güzel.
Genel olarak tıpçıların arasında olmak güzel çünkü herkes aynı acıyı çekiyor, aynı dertlerle uğraşıyor. Hafta sonu Tıp Öğrenci Çalıştayı’na katılmıştım. İlk gün eğitim aldık, ikinci gün de güncel tıp eğitiminin sorunları üzerine bir bildiri yazdık. YKS’nin neden tıp öğrencisi seçmek için inanılmaz yetersiz bir sınav olduğu hakkında kısa bir sunum yaptım. Küçük bir ekiple birlikte, alternatif bir tıp öğrencisi seçme sistemi geliştirdik. Bazen “o kadar yurt dışı başvurusunu boşuna yaptım,” gibi çürük düşünceler takılıyor aklıma. (YKS çalışıyor olabileceğim çok kıymetli 4 ay boyunca 14 farklı okula başvuru göndermiştim, 12 kabul 2 red aldım.) Çalıştay sürecinde bu düşüncenin ne kadar anlamsız olduğu yüzüme çarptı. Asya, Avrupa ve Amerika’nın (aşağı yukarı) üniversite sistemlerini, nasıl öğrenci seçtiklerini, eğitime nasıl yaklaştıklarını biliyorum. Bu benim için yeni bir ufuk, bir vizyon oldu. Çalıştaya, Türkiye’nin dört bir yanından tıp öğrencileri katılmıştı. Çok fazla kişiyle tanıştım, fakültelerimiz hakkında sohbet ettik. Oturumlar boyunca da tıp eğitimindeki güncel sıkıntıları tartıştık. Tüm bu süreç bana o kadar keyif verdi ki anlatamam. Resmen üniversiteye geçtiğimi bana hissettirdi. “Dünyayı ben mi kurtaracağım,” demeden, tartıştığımız konuya saygı duyarak büyük bir ciddiyetle bildiriyi hazırladık. Ben böyle sağlam işlerin parçası olduğumda inanılmaz motive oluyorum.
Yolumun Kesiştikleri
Bir düşünce- İmtihan Olduğumuz Lütuflar
Düşüncenin kökü: Morbidite sıkıştırması. Bu hafta öğrendim, normalde insanı 15-20 sene süründürücek hastalıkları ömrün son yıllarına “sıkıştırma” hedefi varmış modern tıbbın. Konunun bilimsel yönünü bir tarafa bırakınca şunu merak ettim: bu gerçek olursa zihnimizdeki imtihan fikri acaba nasıl değişecek? Şu anda nasıl bir imtihan fikrim var ki?
“Sana bahşedilen hangi lütuflardan imtihan oluyorsun?” Sağımdaki solumdaki bunu sordum bu hafta. Zaten küçük olan çevremi böyle darladım. Çünkü her aldığım cevap, hatta cevap alamasam bile ilk şahit olduğum tepki tespitlerimi derinleştiriyor. Bunun üzerine düşünmeyi o kadar sevdim ki aklıma gelen lütuf-imtihanların bir listesini çıkardım. Sonra bir baktım, listedeki çoğu madde hayatımın olmazsa olmazları. Bence işin espirisi/esprit’si* bu ikisinin hayatımızda sürekli devinim halinde olması. Bugün bize lütfedilen yarın imtihanımız oluyor, ya da vice versa. Dolaylı olarak, bunun böyle oluşu da bir lütuf ve imtihan olabilir mi?
*fr. ruh
Bir Kitap- Nasıl Yaşanır ya da Bir Soruda Montaigne'in Hayatı
Şimdiye kadar okuduğum en başarılı biyografi kitabıydı. Yıllar önce bu kitaptan bir iki bölüm okuyup bırakmıştım. Kütüphanemde sabırla sırasını bekledi ve doğru zamanda doğru biçimde okundu. Kitap, “Nasıl Yaşanır?” sorusuna Denemeler’den mülhem 20 alternatif cevap sunuyor ve bunu yaparken Montaigne’nin hayatını anlatıyor. Biri de 500 yıl sonra çıkıp eserlerimden benim hayatımı derlesin, vasiyetimdir. Bu hayal hafifçe kıkırdamama sebep oluyor.
Bir Kedi

Daha fazla yazamıyorum çünkü parmaklarımın uçları başta olmak üzere vücudumun muhtelif yerleri tazecik yandı. Odada kaçak kullandığımız elektrikli çaydanlığı kaptırdığımız için bir haftadır çay yoksunluğu içindeyiz. Bir keyfim vardı şu hayatta… neyse. Bu akşam canım çekti, yalvar yakar hocaların kendilerine demlediği çaydan bir bardak aldım. Ne gönülsüz verilen bir bardakmış! Üstüme döküldü ve kat kat giyinmiş olmama rağmen yanmaktan kurtulamadım. Allah yakmasın ne diyeyim. Bu yazıyı da kalan az miktarda çayı yudumlayarak yazdım. Hayat böyledir işte*.
*uyanınca ilk gördüğüm cümle. ranzama kazınmış.
Comments