top of page

Nocturnal Journal-19

  • Yazarın fotoğrafı: Elif Leyal
    Elif Leyal
  • 12 Şub 2024
  • 3 dakikada okunur

İyi tatiller, tabi böyle bir şey mümkünse.


Haddinden fazla dramatik bir giriş oldu, farkındayım. Tatil kavramı da hayatıma aynen böyle girdi. Haftalar süren yoğun temponun ardından birkaç gün önce finallerimi ve uygulama sınavlarımı sağ salim atlattım. Açıkçası, uygulama sınavlarına girmeden önce çok gergindim. Yurttaki üç beş kişiyi bıktırana kadar üzerlerinde sargı sarma alıştırması yaptım. Sınavın olduğu sınıfa doğru yürürken bile içimden Heimlich manevrasının prosedürünü tekrar ediyordum. Böyle zamanlarda içimde kabaran bir kaygı/heyecan duymam:

Belki iyi bir şeydir,

Belki sınırlayıcıdır,

Belki iyi şeyler kaçınılmaz olarak sınırlayıcıdır.


Tatilimin ilk güzelliği, kardeşimle gittiğimiz “İstanbul Ansiklopedisi'nin Müziği” dinletisiydi. Reşad Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi‘nde şarkı notaları, müzisyenlerden gelen hâl tercümeleri, tulumbacıların müzikal zevkleri, İstanbulluların şarkılara konu olan hikâyeleri yer alırmış. Çağlar Fidan ve ekibi, "ansiklopedinin bu maddelerini müzikle anlatsak ne olur?" sorusunun peşinde bu dinletiyi oluşturmuşlar. Ruhumu dinlendiren ve keyiflendiren, girift yapısıyla bana ilham veren bir dinleti oldu. Tavsiye olunur.


Son üç haftadır BETİM’de güncel makalelerin tartışıldığı ve farmakoekonomi gibi keşfetmesi ilginç alanların incelendiği toplantılara katılıyorum.Bilim dünyasında olup bitenlerden ne kadar uzak kaldığımı fark ettim. Takip ettiğim dergilerin en yeni sayılarını önüme koyup gözüme takılan birkaç gelişmeyi bu hafta yayınlamak üzere derledim:


⇒ Stres, bağırsak mikrobiyomunu nasıl mahvediyor?

Stresli farelerin (ne ilginç bir tamlama olmuş bu) bağırsaklarında bulunan bir bakterinin, patojenlere karşı koruma sağlayan hücrelere zarar verdiği tespit edilmiş.

Fareler iki hafta boyunca kronik strese maruz bırakıldıktan sonra kontrol grubuyla (stresli olmayan farelerle) karşılaştırıldığında, stresli farelerde bağırsaklarını patojenlerden korumaya yardımcı olan hücre düzeylerinin azaldığı görülmüş. Bu durumun bağırsak mikrobiyomunu yeniden şekillenmesiyle ilişkili olduğu anlaşılmış. Araştırmacılar, bu bulguların insanlardaki gastrointestinal hastalıkların anlaşılması için önemli bir adım olduğunu belirtiyorlar.

Tüm bunları final sınavlarımın öncesinde öğrenseydim daha mutlu bir microbiyoma sahip olabilirdim.


⇒ Gen terapisi işitme engelli çocukların bir ölçüde duyabilmesini sağlamış.

Meraklısı için makalenin kısa özeti: Kulağın cilia hücrelerindeki çıkıntıları aracılığıyla iletmek için gerekli olan otoferlin adı verilen bir proteini kodlayan OTOF geni, dünya üzerinde tahmini 200.000 kişide iki kusurlu kopya olarak bulunuyor. Bu da doğuştan işitme engelli olmanın sebeplerinden biriymiş. Ancak bu bireyler, potansiyel olarak işe yarayabilecek cilia hücrelere sahip oldukları için gerekli nörotransmiter madde sağlandığı takdirde duyabilecekleri hipotezi geliştirilmiş ve gen terapisi sayesinde bu durum çocuklar üzerinde ilk defa doğrulanmış (yetişkinlerde yapılan denemeler sonuç vermemiş). Şimdilik yalnızca belirli bir süre için ve biraz da “ekolu” duyabilen çocuklar, yine de işitme cihazları olmadan sözlü iletişim kurabilir hale gelmişler.

İşitmek, en ontolojik duyumuz. Tüm duyularımızı manipüle edebiliyoruz ya da dışarıdan uyartı almasını engelleyebiliyoruz. İşaret dili hocam ilk derste şu soruyu sormuştu: Kulaklarınızın son 5 dakikası kaldığını bilseniz ne duymak/dinlemek isterdiniz? Bu soru beni çok düşündürmüştü. Bulduğum cevapların ötesinde, sağlıklı kulaklarla 5 dakika geçirmenin bile ne kadar değerli olabileceğini göstermişti. Dolayısıyla bu gelişmeyi çok değerli buluyorum, gen terapisi hakkında ülkemizde yürütülen çalışmaların sayısının artmasını diliyorum.


⇒ İdrarın sarı olmasının sebebi bulunmuş.

Nature Microbiology Dergisi’nde (şimdiye kadar karşılaştıklarım arasında mizah anlayışı en kuvvetli olan akademik dergi) bir ay önce yayınlanmış bu makalede idrara rengini “bilirubin reductase” enziminin verdiği açıklanmış. Elde edilen sonuçların mikrobiyom, inflamatuar bağırsak hastalıkları vb. hakkında daha fazla bilgi edinmede faydalı olacağı belirtilmiş. İlginç olan, bulguların “uzun süredir çözülemeyen gizemi” aydınlattıkları için “çığır açıcı bir keşif” olarak nitelendirilmesiydi. Açıkçası bu makale beni güldürdü; uzay turizmi gibi işler yapabiliyoruz, beynimizi çiplerle yönetmek üzereyiz… Yine de bedenimizle ilgili çok temel durumlar hakkında göz kamaştırıcı bir cehaletimiz var.



Bu yazıyı bugün tazecik izlediğim bir filmden kısaca bahsederek bitireceğim. Poor Things- Zavallılar. Filmde, öldükten sonra bir bebeğin beyniyle kendi bedende hayata dönen bir kadının zihnen büyümesi anlatılıyor. Olumlu/olumsuz eleştirilebilecek pek çok noktası olan filmde özellikle beni etkileyen bir sahneden bahsetmek istiyorum. Kadın ilk defa dünyadaki adaletsizlikle karşılaştığında üzüntüden deliriyor, kendi kendine durmadan şöyle sayıklıyor: Ölü bebekler çukurda yatarken ben kimim de yumuşak yataklarda yatıyorum? Aynı manzarayı sürekli gören insanların yanında tepkisi öyle garip duruyor ki seyirci olarak kadının zihin yaşı henüz beden yaşına yetişmediği için böyle davrandığını düşünüyoruz. Halbuki senaryodan birkaç adım dışarı çıktığımızda hakikat tebellür etmiyor mu? Oedipus, Freud’un da esinlendiği meşhur anlatının sonunda gözlerini sökmüştü. Çünkü bazen, insanın bazı gördüklerini unutması ancak böyle mümkünmüş gibi gelir. Biz, gözlerimizi sökmeye gerek kalmadan çukurdaki ölü bebek cesetlerini unutmuş görünüyoruz. Bunun utancı içindeyim: Filistin’i, bir film sahnesinin bana hatırlatmasına gerek kalmamalıydı. Yattığımız yataktan utanacak kadar samimi değilse üzüntümüz, kalbimiz çürüyor olabilir.

 
 
 

Comentarios


Yeni Yazılardan Haberdar Olmak İçin:

Thanks for subscribing!

İki Satır Da Siz Bırakın

Yakında Görüşürüz!

Tüm hakları saklıdır İzinsiz kopyalanamaz.

bottom of page