Nocturnal Journal- 20
- Elif Leyal
- 18 Şub 2024
- 3 dakikada okunur
Geçen hafta mümkünatını sorguladığım “iyi tatil” mevzusunda sonuca vardım: Bu hayatımın en iyi tatili. Böyle olması için Anka’nın sırtına binip Kaf Dağı’nı aşmam gerekmedi. Diyebilirim ki, her sabah uyandım ve üst üste doğru kararlar verdim. Yaşam, ajandamdaki tüm kaosa tezat oluşturcak kadar basitleşti. Zannediyorum ki uzun zamandır biriktirdiğim tüm başarılardan daha büyük şeyler başardım bu hafta. Çünkü artık kendim için kendi uydurduğum yarışlarda yarışıyorum. Böyle olunca yaşadığım hırslar, korkular, üzüntüler bile ilginç bir şekilde memnun ediyor beni.
Bu hafta,
Şuna heyecanlandım:
Bu tatilde, okul zamanı olduğumdan daha çok tıpla ilgiliydim desem yalan olmaz. Ders anlamında değil, ama tıbbın merak ettiğim yönlerini kurcalayabilmek için bolca vaktim oldu. Gidip gördüğüm yerler ve konuştuğum kişilerden devşirdiğim fikirlerle “cerrahlar nasıl bir hayat yaşıyorlar” ya da “laboratuvarda mümkün olan ve olmayan neler var” gibi sorulara kendimce cevaplar getirdim. Ama beni asıl memnun eden, tüm koşuşturmanın içinde kendime özgü bir “tıp felsefesi” yapmayı mümkün kılacak izler yakalamak oldu. Alanım hakkında daha fazla şey öğrendikçe ihtimallerin sonsuzluğu karşısında hayrete düşüyorum. Söylenmemiş sözler var. Keşfedilmemiş bölgeler var. Tıp, tüm psikolojik- sosyolojik, teolojik, felsefî ve sanatsal altyapısıyla, tıpçılar (ve hatta non-tıpçılar) için “hasta bakmak”tan çok daha büyük imkanlar barındırıyor.
Şuna şükrettim:
Cehaletimi makul ve mazur gören insanlarla çevrili olmak büyük bir şans. Üniversiten/dışarıdan hocalar, geçtiğim yollardan geçmiş üst dönemler ve fikrine saygı duyduğum dostlar. Yanlış bir söz telaffuz ettiğimde yahut bir hata yaptığımda, büyük bir pişmanlığın içimi kapladığını fark edince gülümseyerek “sadece 20 yaşındasın,” diyorlar. Kafamdaki “artık 20 yaşındayım,” kalıbını “sadece 20 yaşındayım” ile değiştirmeye uğraşıyorlar. Henüz buna tam olarak ikna olmuş değilim- hala yaşımın hatalarıma bir dayanak olabileceğini düşünmüyorum- yine de arada bir hoşgörüldüğümü -ve dahası hoşgörüleceğimi- hissetmek yükümü hafifletiyor.
Şununla suçlandım:
“Sen Platoncusun!” BETİM’deki etik dersinde aynı-olmama problemini (non-identity problem) tartışıyorduk. (Kavramı incelenirse neden “kimliksizlik” olarak çevirmediğim anlaşılır sanıyorum.) Mesele dallanıp budaklandı ve sonuçta hedefini inkar eden bir mızrak gelip beni buldu. “Sen Platoncusun!” İdeal olana gösterdiğim teveccüh, kolayca etiketlenmeme de sebep oluyor. Halbuki ben Platon’un idealar evrenini, Tanrı’nın zihni olarak açıklayan görüşü kabul etme eğilimindeyim. Yani ideal olan formlar, anlaşılanın aksine, bu dünyadan bağımsız ikinci bir evrende yaşam sürmüyor; “ideal” olan Tanrı’nın kastettiği form. Biraz daha açıklamam gerekirse: Allah Elif Leyal’i yaratmayı dilediğinde tebarüz eden form ideal Elif Leyal’dir ya da, muhtemelen daha doğru bir ifadeyle, “Elif Leyal ideası”dır. Bu dünyada yaşayıp giden Elif Leyal ise bunun kusurlu bir yansımasından ibaret.
Şuna gururlandım:
Pazar sabahı, Caddebostan Sahil’de 10 kilometrelik uluslararası bir maraton koştum. “Winter Run”. Beni her bakımdan zorlayan bir koşuydu; rotanın eğimli olması, dondurucu soğuk, ilk ve tek su istasyonunun 7. kilometrede olması… Son birkaç kilometrede “olmayacak, bırakayım artık” gibi fikirlere kapılmıştım. İnsanın iradesini gerçekten test eden anları daha sık tecrübe etmeye ihtiyacı var. Yarışı tamamlama kararımda kardeşim Zeynep’in bitişte beni bekliyor olması çok etkili oldu. Yarış sonunda çip sonuçlarım tahmin ettiğimden çok daha hızlı olduğumu gösterdi. Kaldı ki, kişisel rekorumu kırmamış olsaydım da yarışı tamamlayabilmek gurur olarak bana yetecekti.
Şuna şaşırdım:
Fizyoloji derslerini severek takip ettiğim ve proje yürütme konusunda oldukça velût olan bir hocaya sormuştum: Beraber çalışacağınız bir öğrenci seçerken ilk önce neye dikkat ediyorsunuz? Cevabı şaşırtıcı bir şekilde “notlarının yüksek olması” ya da “geçmişte araştırma tecrübesine sahip olması” vs değildi. “Kendini doğru düzgün ifade edebiliyor mu diye bakarım,” dedi. Akademik çalışmalarda çoğunlukla görmezden gelinen, geri plana düşen interpersonal beceriler (insanlar arası ilişki kurma becerileri) aslında öncelikli şart haline gelmiş, belki de hep öyle imiş, bilmiyorum. Hayattaki konumumuzun esas belirleyicisi olacak şeyleri ne yanlış tahmin ediyor ve kendimiz hakkında ne kötü yatırımlar yapıyoruz...
Şunu sundum:
Perşembe akşamı, sağlıkçılardan oluşan bir gruba “Dana-Farber Kanser Enstitüsü'nün Sahte/Hatalı Görsel İçeren Akademik Yayınlarını Geri Çekmesi Bilimsel Dergileri Nasıl Etkiliyor?” başlıklı bir sunum yaptım (ilgilisi için aşağıda mevcut). Sahnede olduğum süre boyunca dinleyicilerin yer yer zorlayıcı hale gelen "katkılarını" sunum bağlamında değerlendirmeye çalıştım. Esas argümanlarımın sağlam olduğuna güveniyordum, ama fikirlerimde tecrübesizliğin getirdiği bazı çatlaklar olduğunu gördüm. Akademik yayın süreçlerinin pek de düşündüğüm gibi olmadığı mesela. Ama benim o anda tecrübe ettiğim esas şey fikirlerimin arkasında durabilme pratiğiydi; dikbaşlılıkla ve körlemesine değil, ama özden taviz vermeden düşüncenin değişmesine müsaade ederek.
Şu sonuca vardım:
Hayat, Hâce Yusuf Hemedani’nin dediği gibi avunmaktan ibaretse şayet, bu hafta iyi avundum.
15.02.2024
Yaşınızın hatalarınıza dayanak olamayacağını düşünmeniz erdemli bir davranıştır, tebrik ediyorum. "Sadece 20 yaşındayım" kalıbı diye belirttiğiniz cümleyi 30 yaşlarınızda bir duyguyla 40 yaşlarınızda bambaşka bir duyguyla kendinizin kuracağı kanaatindeyim. Evet bu kanaatteyim çünkü tecrübe sadece bilime değil tüm bildiklerimize takla attırabilir! Bizi tepetaklak edebilir! Bu sebeple 30-40'larda "Ah sevgili Leyal! Sadece 20 yaşındaydın tatlım" diyeceğinizi düşündüm. Teşekkür ediyorum bu blog için. Emeğinize sağlık.